BETONLAŞAN BEREKET
Her imar izni, bir üretim alanının sessiz ölüm fermanıdır.
Bir ülkenin kalkınması, yalnızca
gökdelenlerin yüksekliğiyle değil, toprağın üretkenliğiyle ölçülür. Ne
var ki bugün tarım arazileri, betonun altında sessizce kayboluyor. Her yeni
imar izni, bir tarlanın nefesini kesiyor, her yükselen bina, bir üretim
hikâyesini gölgeliyor. Bu, yalnızca bir arazi kaybı değil; bir medeniyetin
kökleriyle bağının kopuşudur.
Türkiye’nin verimli ovaları,
binlerce yıldır uygarlıkların doğduğu topraklardır. Ancak son yıllarda hızla
artan plansız kentleşme, bu kadim toprakları geri dönüşü olmayan bir
çoraklığa itiyor. Tarım arazileri, sanayi bölgeleri, konut alanları ve
alışveriş merkezlerine dönüştürülürken, üretim kapasitesi, gıda güvenliği ve
ekolojik denge zayıflıyor. Oysa bereket, yalnızca topraktan değil, toprağa
gösterilen saygıdan doğar.
Bir ülke, kendi tarlasını imara
açtığında, aslında geleceğini ipotek altına alır. Çünkü bir kez beton
dökülen toprağa yeniden can vermek, bir ormanı yeniden tohumlamak kadar zordur.
Her bina, kısa vadeli ekonomik kazanç uğruna uzun vadeli gıda bağımsızlığını
tehdit eder. Gıda ithalatına bağımlı hale gelen toplumlar, en sonunda sadece
ekmeğini değil, karar hakkını da kaybeder.
Betonlaşmanın karşısında
direnmek, kalkınmaya karşı çıkmak değil, doğru kalkınmayı savunmaktır.
Modern tarım, şehirleşme ile çatışmadan da var olabilir. Bunun yolu; üretim
odaklı planlama, arazi koruma yasalarının güçlendirilmesi ve kırsal alanlara
yeniden yaşam enerjisi kazandırmaktan geçer.
Toprağın değeri, üzerine bina
dikildiğinde değil, üzerinde hayat yeşerdiğinde artar.
Ve unutulmamalıdır ki, her kaybolan tarla, aslında bir milletin geleceğinden
eksilen bir lokmadır.

0 Yorumlar