ATIK UYGARLIĞI

 

ATIK UYGARLIĞI

ÜRETİRKEN İSRAF EDEN BİR TOPLUM, ASLINDA KENDİ GELECEĞİNİ ÇÖPE ATAR

İnsanlık, bolluk içinde kıtlık yaşamayı başaran tek türdür, bir yanda sofralar taşarken diğer yanda milyarlarca insan açlıkla mücadele ediyor, bu çelişkinin adı artık ekonomik değil, ahlaki bir krizdir. Tarımda, sanayide ve mutfakta kaybolan her ürün, yalnızca bir kalori değil, aynı zamanda toprağın emeği, suyun enerjisi ve çiftçinin umududur.

Dünya genelinde üretilen gıdanın üçte biri sofraya ulaşmadan çöpe gidiyor, bu israf zinciri tarlada başlayan bir döngü olarak şehirlerin çöp dağlarında son buluyor. Gıda kaybı, yalnızca bir üretim hatası değil, sistemin vicdan testidir, çünkü üretim kadar tüketim de planlama gerektirir. Bir ülke, ne kadar çok üretirse üretsin, eğer o üretimi doğru yönetemiyorsa, kendi refahını çöpe taşır.

Türkiye, bereketli topraklarıyla övünürken her yıl milyonlarca ton meyve, sebze ve tahıl, depolama, taşıma ve tüketim zincirindeki ihmaller nedeniyle yok oluyor. Bu kayıplar yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda ekolojik bir yıkım anlamına geliyor, çünkü çöpe atılan her ürünle birlikte su, enerji ve karbon dengesi de bozuluyor. Ürettiğini tüketemeyen toplumlar, geleceğini sürdürülebilirlik değil, tükeniş üzerine kurar.

Yeni çağın tarım anlayışı artık sadece üretimi değil, verimliliği ve adaleti birlikte konuşmak zorunda, israfın olmadığı bir ekonomi modeli, yalnızca kaynakları değil, insanın vicdanını da korur. Gıdanın değeri, market etiketinde değil, üretim zincirinin hiçbir halkasının boşa gitmemesinde ölçülmelidir.

Sonuçta, atık uygarlığı, aslında kendi kendini tüketen bir medeniyettir, toprağa saygı duymayan toplumlar, kendi yaşam döngüsünü kirletir, geleceğin ekonomisi artık ne kadar ürettiğimizle değil ne kadarını koruyabildiğimizle ölçülecektir.


Yorum Gönder

0 Yorumlar