GIDA ZİHNİYETİ: DOYMAK İÇİN DEĞİL, TÜKETMEK İÇİN YAŞAYAN İNSAN


 

GIDA ZİHNİYETİ: DOYMAK İÇİN DEĞİL, TÜKETMEK İÇİN YAŞAYAN İNSAN

 

“Beden aç değil, zihin aç.”

Modern insanın en büyük yanılgısı, açlığını mideyle değil, market raflarıyla doyurmaya çalışmasıdır. Oysa aç olan beden değil, bilincin ta kendisidir. Tüketim çağında insan, artık beslenmek için değil, tüketmek için yaşar hale geldi. Ve bu zihinsel açlık, dünyayı hem ruhsal hem ekolojik bir krize sürüklüyor.

 

Geçmişte insanlar yemekle yaşardı; bugün ise yemek sektörüyle yönetiliyor. Gıdanın doğal döngüsü, üretimden tüketiciye uzanan sağlıklı bir yol olmaktan çıktı. Onun yerine reklamlarla kurgulanmış bir tüketim tiyatrosu kuruldu. İnsana artık ne yemesi gerektiğini doğası değil, pazarlama stratejileri söylüyor. Bir zamanlar doğanın sesini dinleyen insan, şimdi yalnızca markaların sloganlarını dinliyor.

Bu yeni çağın adı “gizli açlık çağı”.

 

Milyonlarca insan karınlarını doyuruyor ama hücreleri açlıktan ölüyor. Çünkü sofralarda bolluk var, ama besin değeri yok. İşlenmiş gıdalarla dolu bir çağda, doymak kolay; beslenmek zor hale geldi. Vitamin eksiklikleri, obezite, depresyon ve bağışıklık sorunları aynı zincirin halkalarıdır. Tüketim arttıkça sağlık değil, yoksunluk büyüyor.

 

Bu durum yalnız bireysel değil, toplumsal bir çökmüştür. Zira “gıda zihniyeti” bir toplumun üretim biçimini, ekonomik yapısını ve kültürel kimliğini belirler. Kendi gıdasını üretmeyen toplum, kendi geleceğini de ithal eder. Kendi toprağının tadını unutan bir ulus, kimliğinin kokusunu da kaybeder. Bugün sofralarımız yabancılaşmışsa, bunun nedeni sadece ithalat değil; ithal edilmiş yaşam tarzlarıdır.

 

Artık insanların mideleri değil, algıları doyuruluyor. Gıda, bir besin olmaktan çıkıp, bir statü göstergesine dönüştü. Kahveler, diyetler, markalı ürünler; hepsi kim olduğumuzu değil, kim olmak istediğimizi anlatıyor. Gerçekte aradığımız şey tat değil, anlam. Ama anlamı üretimden değil, tükettiklerimizden arıyoruz.

Bu tabloyu değiştirmek için “zihinsel tarım” yapmak gerekiyor.

Yani, yalnız toprağı değil, bilinci de yeniden ekmek. Gıda bilincini, sadece sağlıklı beslenme olarak değil; kültürel, ekolojik ve ahlaki bir sorumluluk olarak yeniden tanımlamalıyız.

Bir ülke, çocuklarına yerli tohumun değerini öğretemezse ne toprakta ne zihinlerde bağımsız olabilir. Türkiye bu konuda örnek olabilir. Ata tohumu, geleneksel üretim, yerel pazarlar ve eğitim programlarıyla gıda bilincini yeniden inşa etmek, sadece tarımsal değil, zihinsel kalkınmadır. Çünkü üretim sadece tarlada değil, düşüncede başlar. Toprağın bereketi kadar, zihnin berraklığı da önemlidir.

 

Bugün insanlık yeniden şu soruyla karşı karşıya: Biz mi gıdayı yönetiyoruz, yoksa gıda mı bizi yönetiyor?

Cevap basit ama derin: Zihnini doyuramayan, dünyayı da doyuramaz.

Yorum Gönder

0 Yorumlar