ZİHİN AÇLIĞI: TOK MİDELERİN AÇ RUHLARI

 

ZİHİN AÇLIĞI: TOK MİDELERİN AÇ RUHLARI

 

İnsanlık tarihinde hiçbir dönem bugünkü kadar “tok” yaşamadı, ama aynı zamanda hiçbir dönem bugünkü kadar “aç” hissetmedi.

Bu çelişki, modern çağın en sessiz salgınıdır: Zihin Açlığı.

 

Yani, bilginin içinde ama bilincin dışında yaşamak. Doymuş midelerin, boş kalmış zihinlerle var olmaya çalıştığı bir çağdayız. Artık insanlar açken yemek yemiyor, sıkıldıklarında yiyor.

Tabağa uzanan el, çoğu zaman bedenin değil, zihnin açlığının refleksi. Yemek bir ihtiyaç olmaktan çıktı, bir kaçışa dönüştü. Ruhsal boşluklar, gıdayla doldurulmaya çalışılıyor. Oysa bir toplumun asıl açlığı sofralarda değil, düşüncede başlar. Çünkü tok bir mide, boş bir zihinle birleştiğinde insan doymaz sadece alışır.

 

Teknoloji çağında bilgi çok, ama anlam az. Her şey erişilebilir, ama hiçbir şey içselleştirilemiyor. İnsan, öğrendiğini yaşamına dönüştüremiyorsa, aslında bilmiyor demektir. Bilmekle anlamak arasındaki uçurum büyüdükçe, zihin açlığı derinleşiyor.

Gün boyu haber, reklam, veri, gürültü bombardımanına maruz kalan insan, doyurulmuş ama yönsüz bir bilginin içinde kayboluyor. Bu yüzden çağın insanı bilgiyle değil, bilinçle yoksul.

 

Zihin açlığı sadece entelektüel bir eksiklik değildir; aynı zamanda duygusal, kültürel ve ahlaki bir yoksullaşmadır. Düşünmeyen insan, sorgulamayan toplum ve anlamını kaybetmiş değerler… Bu zincir bir kez koptuğunda, insan kendine bile yabancılaşır.

Reklamlar, markalar, dijital tüketim araçları “daha fazla”yı dayatırken zihin “neden?” sorusunu sormaktan vazgeçiyor. Ve işte tam bu noktada insan, bilgisini kaybetmeden bilincini yitiriyor.

 

Bu çağın en tehlikeli açlığı, mideyi değil, zihni kontrol eden açlıktır. Çünkü aç zihin, yönlendirilir; tok zihin ise üretir. Doyurulmamış bir bilinç, manipülasyona en açık varlıktır. Bugün toplumlar tüketimle meşgulken, düşünme refleksleri sessizce köreltiliyor. Kütüphaneler yerini trendlere, fikirler yerini algoritmalara bıraktı. Artık insanlar okumuyor, sadece kaydırıyor; anlamıyor, sadece görüyor.

 

Bu tabloyu değiştirmek için önce beslenme kültürümüzü değil, düşünme kültürümüzü değiştirmemiz gerekiyor. Zihin, toprağa benzer: ne ekersen onu biçersin. Yalnız mideye değil, zihne de “doğal, saf ve yerli” düşünceler gerekir. Zihnin vitaminleri, kitapta, doğada, üretimde ve tefekkürde saklıdır. Çünkü bilgi tüketilmez, işlenir. Ve insan, sadece beslendiği kadar değil, düşündüğü kadar insandır.

 

Türkiye gibi köklü bir medeniyetin çocukları için, bu kavram yeni değil. Binlerce yıl önce “Oku” emriyle başlayan yolculuk, aslında zihnin doyurulma çağrısıydı.

Bugün o çağrı yeniden yankılanıyor:

Yeniden okumak, yeniden düşünmek, yeniden üretmek zamanı. Zihin açlığını doyurmanın tek yolu, bilinçle beslenmekten geçiyor. Geleceğin en büyük zenginliği, doğal kaynaklar değil, doyurulmuş zihinler olacak.

Çünkü bir ülke, toprakla değil; düşünceyle kalkınır.


Yorum Gönder

0 Yorumlar