GIDANIN AHLAKI

GIDANIN AHLAKI

Sofradaki adalet, insanlığın vicdanıdır.

Gıda, yalnızca beslenme değil, vicdanın görünür hâlidir. Bir sofrada adalet varsa, o toplumda umut vardır. Fakat bugün tabaklar dolu, vicdanlar aç. İnsanlık, toprakla bağını yitirirken ahlakla da arasına mesafe koydu. Gıdanın üretimiyle başlayan ahlaki sorumluluk zinciri, artık tüketimin konforunda kopuyor.

Bir tohumun adaleti, üreticinin alın terinde başlar. Adil fiyat, temiz üretim, sağlıklı besin... Bunlar bir ekonominin değil, bir ahlak sisteminin göstergeleridir. Ancak modern çağ, gıdayı ticarileştirdikçe insanı da standardize etti. Gıda artık besin değil, marka değeri, statü göstergesi, manipülasyon aracı. Bu yüzden günümüzün en tehlikeli açlığı fiziksel değil, etik açlıktır.

Bir ürünün menşei artık sadece toprağını değil, niyetini de temsil eder. Adaletsiz sistemler, üreticinin emeğini, tüketicinin sağlığını, doğanın dengesini aynı anda sömürüyor. Sofraya gelen her lokma, görünmez bir zincirin halkasıdır: tohumdan pazara, işçiden markete, reklamlardan sofraya kadar uzanan karmaşık bir etik ağ.
Oysa gıdanın asıl anlamı, paylaşımda saklıdır. Çünkü açgözlülükle üretilen hiçbir şey, insanı doyurmaz.

Gıdanın ahlakı, bir yönetim biçimidir aslında. Devlet, üretimi korumadığı sürece toplumu da koruyamaz. Siyaset, tüketim üzerinden değil, üretim onuru üzerinden kurulmalıdır. Çünkü toprakta başlayan adaletsizlik, şehirde kriz olarak döner.

Bu çağda yeniden hatırlamamız gereken şey, sofranın kutsallığıdır. Bir ekmeği adaletle bölmek, bir yasa çıkarmaktan daha büyük bir reformdur. Çünkü bir toplumun uygarlık düzeyi, mutfağındaki adaletle ölçülür.

Gıdanın ahlakı, yalnızca “ne yiyoruz?” değil, “kimden, nasıl, hangi bedelle?” sorularına da yanıt ister.
Gerçek devrim, tüketim alışkanlığında değil, vicdan alışkanlığında gerçekleşecektir.

Çünkü sofradaki adalet, insanlığın en sade ama en güçlü yasasıdır.

 

Yorum Gönder

0 Yorumlar